Sinoptikon
kavramını tartışmak için, öncelikle panoptikonu tekrar hatırlamak
gerekmektedir. Eski zamanlarda da, birçok tasviri olan ve birçok uygulamasına
rastladığımız “göz”, yani “izleme”, “gözetleme” durumu söz konusu olmaktadır.
Fransız yazar, düşünür, sosyolog Michel Foucault, ortaya attığı panoptikon
kavramıyla, günümüzde iktidar, muhalefet ve yönetilen arasındaki bağlantıyı “göz”
bakış açısıyla ortaya koymaktadır. Öztürk, bir makalesinde panoptikonu “kendisini
göstermeden görebilme ilkesi” olarak tanımlamaktadır. Foucault, panoptikon
kavramını yaratırken öncelikle hapishane incelemelerini gerçekleştirmektedir.
Foucault’nun hapishanedeki sistemden çıkardığı sonuç, “tutukluda iktidarın
otomatik işleyişini sağlayan bilinçli ve sürekli bir görülebilirlik halini
yaratmak” olduğudur.
Öncelikle
panoptikon, bir hapishane tasarımıdır. Kavramı sosyal bilimlere kazandıran
Foucault olsa bile, bu kendine münhasır hapishane modelinin mimarı Jeremy Bentham’dır.
Bentham, 1791’de bu hapishane projesini ürettiğinde, amacı, bedenleri ve zihinleri
ıslah ederek yeniden topluma kazandıracak bir iktidarı içselleştirme sisteminin
kurgulanmasıydı. Kısaca açıklamak gerekirse, ortada bir gözetleme kulesi, onun
etrafında dairesel biçimde tasarlanan hücreler, her bir hücrede sadece bir mahkûmun
yer alması, hücreler arasında duvarların bulunması, bu nedenle mahkûmlar
arasında iletişimin mümkün olmaması ve mahkûmların daima gözetleme kulesindeki
gözetleyici tarafından gözetlenmesi. Bu özgün mimari yapıda hücrelerin iki penceresi
vardı: gözetleme kulesine bakan pencere içeride, hücrelerin içine ışığın
içeriye sızmasını sağlayan pencere dışarıda[1].
Sinoptikon
kavramı ise, çoğunluğun az kişiyi izlemesiyle, kendisini “az” kişinin
söylemlerine göre uyarlaması, disipline etmesidir. Yani, çoğunluk, azlığın
etkisi altına girerek, uyma davranışı göstermektedir. Sinoptikon kavramı,
özellikle kitle iletişim araçlarının gündelik hayattaki yeri itibariyle etkili
bir disiplin biçimidir. Radyo ve televizyonun her eve girmesiyle, çok olan
kısım, azı izlemeye ve azı kanıksamaya başlar. Özellikle yarışma, eğlence,
gösteri programları, haber bültenleri ve tartışma programları sinoptikonun yaşam
bulduğu program türleri olarak öne çıkmaktadır.
Geniş
alanlara dağılan, birbirinden farklı yaşlara, sınıfsal konumlara, cinsiyetlere,
tercihlere, kültürel arkaplanlara sahip insanlar, kültür endüstrilerince
yaratılan aynı mesajlara maruz kalırlar. Mesajların içeriği önemli kişilikler,
yıldızlar, kurmaca veya gerçek olaylar olabilir. Buna karşın, mesajların
yaratımında alımlayıcıların doğrudan bir katkısı olmaz, onlar katılımcı
değildirler; daha çok kendilerine sunulanları alırlar. Sinoptikonda belirleyici
olan, görünürlüğün değişmesidir. İnsanlar, az sayıdaki kurgusal veya gerçek
karakterleri takip ederler[2].
Sinoptikon
anlatımında, sinema sanatının son derece etkin ve tatmin edici eserler ortaya
koyduğu gözlemlenmektedir. Özellikle, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört(1984) kitabı ve
filmi; Truman Show(1998); Bir Rüyaya Ağıt(2000) ve V for Vendetta(2005)
filmleri, sinoptikonun anlatımı açısından kılavuz niteliği taşıyan sanat
eserleridir.
SONUÇ
Şuan
ki yaşantımızda, panoptikon ve sinoptikon modelleri beraber yürümektedirler. Louis
Althusser’in devletin ideolojik aygıtları tarifinde polis, kitle iletişim
araçları, eğitim ve din ön plana çıkmaktadır. Panoptikon, polisin
uygulamalarında; sinoptikon ise, kitle iletişim araçları sayesinde
gerçekleştirmektedir. Kitle iletişim araçları ayrıca, eğitim; kanaat önderleri
ve din gibi konularda da uygulama aracı işlevini gerçekleştirir. Sokaktaki, iş
yerindeki, kamudaki, internetteki kamera çekimlerinde gözüken tek tip insan
modeli, kitle iletişim araçlarıyla üretilmektedir. Bu yüzden panoptikon ve
sinoptikon birbirini pekiştirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder