İyi bir şeyle yapılmaya çalışılan onca güzel şey, yine başka yanlışlarla boşa gidiyormuş gibi gözüküyor. 3 yanlış 1 doğruyu götürüyor. Doğruların artması dileğiyle…
8 Ağustos 2014 Cuma
3 Yanlış 1 Doğruyu Götürür #SOMA
Bu ay bizim gündemimizde yine Soma faciası var. Bu acı olayın günümüze getirdiği bir olumlu ve bir olumsuz durum bulunmakta. Tabi olumlu durumda bile olumsuzluklar var desek yanlış olmaz. Ülkemizde milyonları etkileyen en önemli unsurlardan biri, şüphesiz ki “futbol”. İlk olarak olumlu gelişme değinecek olursak, Ağustos’un ilk günlerinde Galatasaray, Atletico Madrid ile maç, Fenerbahçe ve Beşiktaş ise Chelsea’yle birlikte turnuva düzenleyerek, Soma yararına sosyal sorumluluk projelerine imza attı. Maçlarda toplanacak hasılatla Soma’ya yardım yapılacak. Yabancı takımlar ve sporcular dâhil verdikleri anlamlı mesajlarla ülke insanlarına örnek olmaya çalıştılar. Belki de bu durum tribünlere yansıdı ve Fenerbahçe - Beşiktaş - Chelsea turnuvasında rakip taraftarlar maçları yıllar sonra kol kola izledi. Dostluk mesajları verildi, yardımlar toplandı, bir şeylerin hemen unutulmadığı gösterildi. Belki de bu yapılanlar sadece göz boyamaydı. Gelelim olumsuzluk durumuna. İlk olarak iyi bir şey yapıldı dediğimiz olaya bile virüs karıştı. İzmir’de oynanan Galatasaray - Atletico Madrid maçını yaklaşık 40 bin futbol sever izledi. Tribünde yalnızca 28 bin 653 biletli seyirci vardı. Yani yaklaşık 12 bin kişilik kaçak seyirci. Sonuç olarak Soma’ya yapılacak yardımdan 700-800 bin TL’lik bir miktar çalınmış oldu. Müşküle düşmüş insanlar için yardım yapılırken, destek olunacağına köstek olunması nasıl bir durum, izahatını yapamıyoruz. Olumsuzluğu ikinci evresi ise bildiğimiz gibi. İlk 6 ayda iş kazalarında toplam 978 kişi yaşamını yitirdi. Buna Soma’da yaşamını yitirenler de dâhil. Soma’dan sonra da ölümler gelmeye devam etti. Hem madenlerde, hem de başka iş kollarında. Hayatını kaybeden işçilerden 19’u ise 18 yaşından küçük. Yani çocuk! Okula gitmesi, spor yapması, sanatla uğraşması, gülmesi gereken çocuklar… Anlayacağınız, her şey olduğu gibi devam ediyor. Standartlaşmışcasına… Olumsuzluğun bir başka evresinde ise, yine akıl almaz bir iddia dolanmakta. Soma’da yaşanan maden faciasından sonra doğal olarak maden kapalı kaldı ve işçiler madene girmedi. İşçilerin maaşlarının, ocakların kapalı olduğu bu dönemde yatırılmadığı gündemde ve açıklama bekleniyor. Bu duruma nasıl bir yorum yapılabilir, bilemiyoruz.
İyi bir şeyle yapılmaya çalışılan onca güzel şey, yine başka yanlışlarla boşa gidiyormuş gibi gözüküyor. 3 yanlış 1 doğruyu götürüyor. Doğruların artması dileğiyle…
İyi bir şeyle yapılmaya çalışılan onca güzel şey, yine başka yanlışlarla boşa gidiyormuş gibi gözüküyor. 3 yanlış 1 doğruyu götürüyor. Doğruların artması dileğiyle…
10 Temmuz 2014 Perşembe
Amatöroğlu Amatör Konser Dinleyicisinden: Brad Mehldau ve Mark Guiliana
8 Temmuz Salı akşamı çıktık yola, gittik Haliç Kongre Merkezi'ne. Bir de ne görelim. Tabi ki her yer o bıyıklı adamın posterleriyle dolu. Neyse, bu iç gıcıklamaları bırakıp konsere dönelim. Öncelikle Haliç Kongre Merkezi'nin manzarası süper ve fuaye alanı oldukça hoş. Mekanın akustiği de fena değildi.
İKSV Caz'da, Brad Mehldau konserine görünce heyecandan duramadım. Kafamdan tek geçen "gitmem lazım, gitmem lazım, gitmem lazım" sözleriydi. Mehldau, Mehliana projesi için İstanbul'a geliyormuş. Yanında da davulcu Mark Guiliana vardı. Kendisini tanımıyordum ama Google'ı biraz karıştırınca Dhafer Youssef ile çaldığını öğrendim. Bu sefer içimden "işte bu!" dedim. Neyse, biletleri aldık ettik. Bilet fiyatları bizim popüler rock konserlerine göre oldukça uygundu. 60-39 TL. Konser salonu neredeyse doluydu. Balkonlar boştu diyebiliriz. Konser başlamadan önce mucizevi bir olay yaşandı. Bir beyefendi ve hanımefendi yanımıza gelip, erken çıkacaklarını ve insanlara rahatsızlık vermek istemediklerini söyleyip, B bloktaki biletlerini bizimkilerle değiştirip, değiştiremeyeceklerini sordular (bizimkiler F blokta). Edilen onlarca teşekkürden sonra önlerdeki yerimize geçtik.
Mehldau ve Guiliana'nın çaldıklarıyla ilgili bir şey yazacağımı düşünüyorsanız, pek beklemeyin. Çünkü müzikten anladığım söylenemez. Sadece müziğin iyisini dinlediğimi düşünüyorum. He tabi bir kaç laf edeyim yine de. Guilliana bagetlerine acayip hakimdi ve yorulmak bilmiyordu. Adam cidden çok iyiydi. Brad Mehldau'ya ise söyleyecek söz yok. Adam beynini kaç parçaya bölüyor bilemiyorum. Brad Mehldau genelde akustik piyano çalar ama buradaki setup'ı daha çok elektronikti. Tabi ki akustik Steinway'ini de getirmiş. 29 albümü bulunan Mehldau'nun, Mehliana duo projesinden çıkan albümünün ismi ise, Taming the Dragon. Daha fazla anlatamıyorum. Tek kelimeydi mükemmeldi. İKSV Caz Festivali yine süper isimleri getirmiş. Hugh Laurie'ye gidemediğime hâlâ çok üzgünüm. Bu arada, konserde dinleyiciler arasında Elif Çağlar Muslu ve Ferit Odman'ı da görmek hoş oldu. Şuana kadar gittiğim en iyi üç konserden biriydi de diyebilirim.
-Sarp Maden, Alp Ersönmez, Volkan Öktem konseri,
-Mando Diao konseri,
-Brad Mehldau, Mark Gulliana konseri,
-BONUS: Metallica konseri.
İKSV Caz'da, Brad Mehldau konserine görünce heyecandan duramadım. Kafamdan tek geçen "gitmem lazım, gitmem lazım, gitmem lazım" sözleriydi. Mehldau, Mehliana projesi için İstanbul'a geliyormuş. Yanında da davulcu Mark Guiliana vardı. Kendisini tanımıyordum ama Google'ı biraz karıştırınca Dhafer Youssef ile çaldığını öğrendim. Bu sefer içimden "işte bu!" dedim. Neyse, biletleri aldık ettik. Bilet fiyatları bizim popüler rock konserlerine göre oldukça uygundu. 60-39 TL. Konser salonu neredeyse doluydu. Balkonlar boştu diyebiliriz. Konser başlamadan önce mucizevi bir olay yaşandı. Bir beyefendi ve hanımefendi yanımıza gelip, erken çıkacaklarını ve insanlara rahatsızlık vermek istemediklerini söyleyip, B bloktaki biletlerini bizimkilerle değiştirip, değiştiremeyeceklerini sordular (bizimkiler F blokta). Edilen onlarca teşekkürden sonra önlerdeki yerimize geçtik.
Mehldau ve Guiliana'nın çaldıklarıyla ilgili bir şey yazacağımı düşünüyorsanız, pek beklemeyin. Çünkü müzikten anladığım söylenemez. Sadece müziğin iyisini dinlediğimi düşünüyorum. He tabi bir kaç laf edeyim yine de. Guilliana bagetlerine acayip hakimdi ve yorulmak bilmiyordu. Adam cidden çok iyiydi. Brad Mehldau'ya ise söyleyecek söz yok. Adam beynini kaç parçaya bölüyor bilemiyorum. Brad Mehldau genelde akustik piyano çalar ama buradaki setup'ı daha çok elektronikti. Tabi ki akustik Steinway'ini de getirmiş. 29 albümü bulunan Mehldau'nun, Mehliana duo projesinden çıkan albümünün ismi ise, Taming the Dragon. Daha fazla anlatamıyorum. Tek kelimeydi mükemmeldi. İKSV Caz Festivali yine süper isimleri getirmiş. Hugh Laurie'ye gidemediğime hâlâ çok üzgünüm. Bu arada, konserde dinleyiciler arasında Elif Çağlar Muslu ve Ferit Odman'ı da görmek hoş oldu. Şuana kadar gittiğim en iyi üç konserden biriydi de diyebilirim.
-Sarp Maden, Alp Ersönmez, Volkan Öktem konseri,
-Mando Diao konseri,
-Brad Mehldau, Mark Gulliana konseri,
-BONUS: Metallica konseri.
Döktürürlerken. |
Haliç Kongre Merkezi'nin manzarası böyle bir şey. |
Biletlerimiz. |
Tamin The Drahon albüm kapağı. |
Etiketler:
Brad Mehldau,
davulcu,
Dhafer Youssef,
Elif Çağlar Muslu,
Ferit Odman,
Haliç Kongre Merkezi,
Hugh Laurie,
İKSV,
İKSV Caz Festivali,
konser,
Mark Guliana,
Mehliana,
piyanist,
Taming the Dragon
2 Haziran 2014 Pazartesi
Birbirini Pekiştiren Kavramlar: Panoptikon ve Sinoptikon
Sinoptikon
kavramını tartışmak için, öncelikle panoptikonu tekrar hatırlamak
gerekmektedir. Eski zamanlarda da, birçok tasviri olan ve birçok uygulamasına
rastladığımız “göz”, yani “izleme”, “gözetleme” durumu söz konusu olmaktadır.
Fransız yazar, düşünür, sosyolog Michel Foucault, ortaya attığı panoptikon
kavramıyla, günümüzde iktidar, muhalefet ve yönetilen arasındaki bağlantıyı “göz”
bakış açısıyla ortaya koymaktadır. Öztürk, bir makalesinde panoptikonu “kendisini
göstermeden görebilme ilkesi” olarak tanımlamaktadır. Foucault, panoptikon
kavramını yaratırken öncelikle hapishane incelemelerini gerçekleştirmektedir.
Foucault’nun hapishanedeki sistemden çıkardığı sonuç, “tutukluda iktidarın
otomatik işleyişini sağlayan bilinçli ve sürekli bir görülebilirlik halini
yaratmak” olduğudur.
Öncelikle
panoptikon, bir hapishane tasarımıdır. Kavramı sosyal bilimlere kazandıran
Foucault olsa bile, bu kendine münhasır hapishane modelinin mimarı Jeremy Bentham’dır.
Bentham, 1791’de bu hapishane projesini ürettiğinde, amacı, bedenleri ve zihinleri
ıslah ederek yeniden topluma kazandıracak bir iktidarı içselleştirme sisteminin
kurgulanmasıydı. Kısaca açıklamak gerekirse, ortada bir gözetleme kulesi, onun
etrafında dairesel biçimde tasarlanan hücreler, her bir hücrede sadece bir mahkûmun
yer alması, hücreler arasında duvarların bulunması, bu nedenle mahkûmlar
arasında iletişimin mümkün olmaması ve mahkûmların daima gözetleme kulesindeki
gözetleyici tarafından gözetlenmesi. Bu özgün mimari yapıda hücrelerin iki penceresi
vardı: gözetleme kulesine bakan pencere içeride, hücrelerin içine ışığın
içeriye sızmasını sağlayan pencere dışarıda[1].
Sinoptikon
kavramı ise, çoğunluğun az kişiyi izlemesiyle, kendisini “az” kişinin
söylemlerine göre uyarlaması, disipline etmesidir. Yani, çoğunluk, azlığın
etkisi altına girerek, uyma davranışı göstermektedir. Sinoptikon kavramı,
özellikle kitle iletişim araçlarının gündelik hayattaki yeri itibariyle etkili
bir disiplin biçimidir. Radyo ve televizyonun her eve girmesiyle, çok olan
kısım, azı izlemeye ve azı kanıksamaya başlar. Özellikle yarışma, eğlence,
gösteri programları, haber bültenleri ve tartışma programları sinoptikonun yaşam
bulduğu program türleri olarak öne çıkmaktadır.
Geniş
alanlara dağılan, birbirinden farklı yaşlara, sınıfsal konumlara, cinsiyetlere,
tercihlere, kültürel arkaplanlara sahip insanlar, kültür endüstrilerince
yaratılan aynı mesajlara maruz kalırlar. Mesajların içeriği önemli kişilikler,
yıldızlar, kurmaca veya gerçek olaylar olabilir. Buna karşın, mesajların
yaratımında alımlayıcıların doğrudan bir katkısı olmaz, onlar katılımcı
değildirler; daha çok kendilerine sunulanları alırlar. Sinoptikonda belirleyici
olan, görünürlüğün değişmesidir. İnsanlar, az sayıdaki kurgusal veya gerçek
karakterleri takip ederler[2].
Sinoptikon
anlatımında, sinema sanatının son derece etkin ve tatmin edici eserler ortaya
koyduğu gözlemlenmektedir. Özellikle, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört(1984) kitabı ve
filmi; Truman Show(1998); Bir Rüyaya Ağıt(2000) ve V for Vendetta(2005)
filmleri, sinoptikonun anlatımı açısından kılavuz niteliği taşıyan sanat
eserleridir.
SONUÇ
Şuan
ki yaşantımızda, panoptikon ve sinoptikon modelleri beraber yürümektedirler. Louis
Althusser’in devletin ideolojik aygıtları tarifinde polis, kitle iletişim
araçları, eğitim ve din ön plana çıkmaktadır. Panoptikon, polisin
uygulamalarında; sinoptikon ise, kitle iletişim araçları sayesinde
gerçekleştirmektedir. Kitle iletişim araçları ayrıca, eğitim; kanaat önderleri
ve din gibi konularda da uygulama aracı işlevini gerçekleştirir. Sokaktaki, iş
yerindeki, kamudaki, internetteki kamera çekimlerinde gözüken tek tip insan
modeli, kitle iletişim araçlarıyla üretilmektedir. Bu yüzden panoptikon ve
sinoptikon birbirini pekiştirir.
Etiketler:
1984,
dia,
göz,
gözetim,
izleme,
kitle iletişim araçları,
Louis Althusser,
Michel Foucault,
panoptikon,
Requiem for a Dream,
Serdar Öztürk,
sinoptikon,
tek tip,
Truman Show,
V for Vandetta
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)